Kitap Adı : Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Yazarı : Grigoriy PETROV
Bilgi Yayınları
Kitap Kulübü-4
KÜLTÜR NOKTASINDAN SEÇMELER:
- 11/119 Olli REHN'in 5 Temmuz 2007de İstanbul'da "Türkiye'nin AB'ye girmesinde Finlandiya'nın Önemi" konuşması
"Finlandiya bağımsızlık ve kalkınmasında Snellman ulusal bir düşünür; Mannerheim bir asker ve stratejik lider; Kekkhonen ise bir devlet adamıdır. Türkiye'de ise tüm bu üç karakter Kemal Atatürk'te birleşir."
- 18/119 İyi ya da kötü, kahraman ya da zalim fark etmez; yöneticiler halkı yansıtan birer aynadır. Onlar halkın ruhunun birer kopyasıdır, halkın içinden doğmuştur Halk nasılsa, yöneticileri de öyledir. İşte bu yüzden eskiden beri, "Her halk layık olduğu yönetime ve yöneticilere sahip olur" denilmiştir.
- 19/119 Carlyle'a göre halkların ve hatta bütün insanlığın tarihini yazanlar, sağlam bir ruha, sağduyuya ve zekaya sahip kişilerdir, yani kahramanlardır. Tıpkı Ramses, Romulus, Themistokles, Luther, Bismark gibi.
- Lev Tolstoy ise tamamen aksini iddia etmiştir. Hayatı yaratan, olayların yönünü çizen ve bunların karakter ve rengini veren kişiler Napolyon gibi tek tek kişiler değil, halkın kendisidir ona göre.
- Thomas Carlyle ise halk kitlelerini yerde yatan ve çürümeye yüz tutmuş saman yığınlarına benzetir. Ya yanıp kül olacak ya da gübre olacaktır. Büyük insanlar, yani kahramanlar ise gökten düşüp samanı tutuşturan, halkı canlandıran ve harekete geçiren bir şimşek gibidir.
- 21/119 Falar Carlyle ile Tolstoy'un görüşleri arasındaki zıtlık sadece görünüştedir. Aslında Carlyle ile Tolstoy birbirine karşı değildir, birbirlerini tamamlar ."Ya Carlyle ya Tolstoy!" değil, "Carlyle ile Tolstoy" demek gerekir. Carlyle haklıdır. Tolstoy da haklıdır. Bir paranın iki yüzü gibidirler. Büyük bir gerçeğin birer yarısıdırlar.
- Kahraman, halkı heyecanlandırır ve tutuşturur. Fakat bunu halkından alğığı ateş ve heyecanla yapar.
- Halkın içinden çıkan her büyük insan da bir mercek gibidir. Kendi benliğinden halkın gücünü ve dehasını toplar; bununla mülyonlarca insan ruhunu tutuşturur.
- 23/119 Finler kendilerine Suom derler ve çoşkuyla sevdikleri soğuk ülkelerine Suomi adını vermişlerdir. Bu sözcük Fin dilinde, "batklık ülkesi" anlamına gelir.
- 24/119 1811 yılında Finler, İsveç yönetimi altında yaşamışlardır. O zamanlar İsveçlilerin Finlere davranışları, Avusturyalıların Voyvodina'daki ve Bosna Hersek'deki Sırplara davranışı ya da Türk hakimiyeti zamanında Rumların Bulgarlara davranışı gibiydi. Bütün hükümet ve yönetim, ticaret, fabrikalar, okullar ve hatta kiliseler İsveçlilerin elindeydi. Bütün yönetim memurları, hakimler, subaylar, rahipler ve öğretmenler İsveçlilerden oluşuyordu. İsveçliler kendi uygarlık düzeylerini daha yüksek gördükleri için Finleri aşağı ırktan kabul edip onlara tepeden bakarlardı.
- 24/119 Rus Çarı I. Aleksandr, 1808 senesinde Rusya ile İsveç arasında çıkan savaşta ordusuyla Finlandiya'nın yarısını işgal ettikten sonra, Finlerin Borgo şehrinde bir Seyim yani millet meclisi toplamış ve üyelere şu soruyu yöneltmiş:
- "Eskisi gibi İsveçlilerin yönetimi altında mı kalmak istersiniz yoksa ülkenin iç yönetiminde bağımsız olmak şartıyla Rus egemenliği altına mı girmek istersiniz?"
- Fin haklının temsilcileri, Rusyaya katılmayı kabul etmişler.
- 27/119 Johan Vilhelm Snellman dönemin büyük bir bilgini, derin bir filozofu ve ünlü bir siyasetçişiydi.
- Bu büyük Finlandiyalı, hayatı boyunca şu gerçeği halkın kafasına yerleştirmeye çalışmıştır:
- "Finlandiya, daima Rusya ya da İsveç tarafında işgal edilme tehlikesi altındadır. Daha yüksek bir kültür düzeyine sahip olmalı ki hırslı ve güçlü komşuların karşı koyabilsin."
- "Ne zaman ki bizim küçük halkımız, büyük komşularından daha yüksek bir uygarlığa sahip olur, işte o zaman tehlike atlatılmış demektir."
- 36/119 Snelmann, yüzünde alaycı bir tebessümle;
- "Adaletsizliğin büyük öğretmenleri kimlerdir, biliyor musunuz?" diye sordu ve cevabı kendisi verdi:
- "Bizzat memurlar! Kanunları uygulamak ile yükümlü olanlar! Halka kanunları çiğnemenin yollarını memurlar öğretir. İşte bunun için, yeni Finlandiya devleri adına sizden rica ediyorum: Kanun insanları olarak, halkı yasalara uyma yolunda eğitin! Halka bir iç adalet duygusu aşılayın!"
- 38/119 Küçük Fin ordusu bile daha ulusal bir kimlik kazandı. İsveçliler zamanında askerlerin tamamı Findelerden ibaret olsa da başkomuytanlık, genelkurmay ve komutanlıklar İsveçlilerin elindeydi.
- 39/119 Snellman'ın önderliğinde, genç Fin aydnları orduya da gereken önemi verdiler. Ordudaki askerlerin durumu ve eğitimiyle özellikle ilgilendiler. Liselerdeki en yii öğrenciler, hatta üniversite öğrendileri, eğitimlerini tamamladıktan sonra askeri okullara girmeye, orduya dahil olmaya başladılar. Orduda görev yaptıkları beş, altı, hatta on yol boyunca askerlik görevlerini yerine getirmekle beraber mesleklerine ve bilimsel araştırmalarına devam ettiler.
- 40/119 Snellman bu gençlerin düşünceleri en iyi şekilde ifade ediyordu. Katıldığı toplantılarda ve yazdığı yazılarda devamlı şunları söylüyordu:
- "En uygar görünen halklar bile henüz yaşamlarını barış ve huzur içinde geçirecekleri yüksek bir uygarlık derecesine varmamışlardır. İnsanlığın temelinde bulunan kin, garez ve vahşet, azgın deniz sularının alçak yerlere hücum etmesi gibi insanlar arasında yayılıyor."
- 48/119 İyi mayanın hamuru kabarttığı gibi, kışla da halkın hem düşüncelerini hem de maneviyatını yükseltmiştir.
- 49/119 Napolyon, Rusya'yı da savaşla tehdit ediyordu. Rusya, Fransa ile arasında savaş çıkar korkusuyla , 1808'de İsveç'le olan savaşa son verdi. Ve nihayet Rusya ile Fransa arasındaki o meşhur savaş başladı. Napolyon, yirmi halkın kuvvetlerini toplayarak Rusya'nın üzerine yürüdü, Moskova'ya kadar ilerledi ama burada büyük bir yenilgiye uğradı.
- Güçten yoksun bir halde Fransa'ya döndü. Eski gücünü ve büyüklüğünü yeniden kazanmak için uğraştı. Fakat bu kez de İngilizler, bütün Avrupa'yı Napolyan'a karşı ayaklandırdı. Napolyon bozguna uğradı ve esir düştü, sonra da Saint-Helen Adası'na sürüldü.
- Napolyon'un hiç bitmeyen savaşlarından bıkan Avrupa halkları, bu sonuçtan memnun oldular. İngiltere'nin tıpkı bir demir gibi eğilip bükemeyen gücüne hayran kalan Avrupalılar, İngilizleri taklit etmek istediler ve böylece İngilizlerin her şeyi moda oldu.
- Fakat nasıl ki yetişkinleri taklit eden küçük çocuklar ve henüz olgunlaşmamış gençler bunların en kötü ve kusurlu taraflarını alıyor; mesela tütün ve içki içmeye başlayıp kalın sesle ve kaba sözlerle konuşuyorlarsa, henüz kültürleri olgunlaşmamış küçük halklar da İngiliz hayatının gülünç ve hatta zararlı kısımlarını almaya başladılar. İngiliz hayatının kötü birer kopyası haline geldiler.
- Zenginler ve durumu iyi olanlar, İngilizler gibi at yarışlarında çok para harcamaya, viskiyi soda ile içmeye, "İngiliz modasına göre" kıyafet giymeye, tıraş olmaya ve saç taramaya başladılar.
- Gençlik İngiliz sporlarına, özellikle en kabası olan futbola kendini kaptırdı.
- Sokaktaki halkın heyecanları ile geçinen, düşüncesiz, cahil bazı gazeteciler gençliğin bu tutkusunu takip ederek onu sömürmeye başladı.
- 51/119 Snellman, bir zamanlar İspanya'da insanların hayali romanları okuyup şövalyeleri taklit etmeye kalkışarak gülünç bir duruma düştüklerini, Cervantes'in bunları meşhur Don Quixote (DonKişot) romanında daha gülünç bir biçimde tasvir ettiğini hatırlattı.
- 53/119 Snellman söz alarak konuşmasında şunlara yer verdi:
- 54/119 Sokrates'in, Phidias'ın ve Perikles'in çağdaşları yaşam felsefesinin temel ilkesi olarak şu kuralı koymuşlardı:
Hiçbir şey tek şeye yönelik, tek gözlü olmamalıdır. Her şeyde ölçülü olmak gerekir. Her şey zamanında ve yerinde yapılmalıdır.
- 55/119 Finlerin güçlü bacaklı ve zayıf beyinli olmasını da istemeyiz. Manda gibi sağlam bacaklı, koyun gibi zayıf beyinli insan, hayalini kurduğumuz insan değildir.
- Ben bizim sevgli Suomi'mizde şu isimleri taşıyan kulüplerin kurulmasını arzu ederim: 'Güçlü Fikir', 'Büyük İşler', 'Yeni Girişimler', 'Sütlü Manda', 'En İyi Yumurta', 'En İyi Buğday', 'Bembeyaz Bez', 'Temiz Vicdan', 'Yeni Fikirler', 'Mekaniğin Gururları', 'Tok Halk'.
- 61/119 Lev Tolstoy : 'Hayattaki düzensizliklerin en büyük sebeplerinden biri, herkesin, hayatında sadece refaha kavuşmayı arzu ederken bizzat çalışarak hayatını daha iyi bir şekilde düzenlemek ihtiyacını hissetmemesidir.'
- 62/119 İstediğiniz kadar mükemmel anayasalar yapın. Seçim konusunda halka istediğiniz kadar hak tanıyın. Sosyalizmin veya komünizmin mucizevi gücüne istediğiniz kadar inanın... Eğer çocuklarınız gerektiği gibi eğitim görmez, hayata bir hiç olarak girerlerse, parlamentolar ve bütün hukuk düzeni mevcut olduğu halde toplumsal hayat yine sönük ve paslı olacaktır. Bu nesilden gelen memurlar ihmalkâr, bakanlar ise siyasi cambaz olurlar. Milletvekilleri çıkar peşinde koşarlar. Okullar yeni neslin beynini ve kalbini kurutan ve kavuran birer yer olur. Basın, sokak satıcılarına, çığırtkanlara döner. Halk kitleleri ise kendilerine yabancı olan her şeye, özellikle üst tabakalardan olan insanlara karşı nefret, haset ve ihanet hislerini besleyen aç veya tok sürüler gibi olur.
- 79/119 'Demek siz Tanrı'la mücadele ediyordunuz. Kiliseleri soymanız, iyi insanları öldürmeniz hep Tanrı'yı kızdırmak için miydi? Siz çok budala, kalbi kararmış bir insansınız.'
'Oğlum, sen Tantı'yı kendin gibi zannederek onunla uğraşmaya kalkmışsın. Tanrı sana karşılık vermez çünkü senin gibi canilere benzemez. Tanrı'nın ve sizin savaşma biçimleriniz farklıdır. Eğer Tanrı senin cezanı vermemişse, kendini ıslah etmeni beklemiştir. Eskiden o küçük Johan nasıl iyi ve masum bir çocuk idiyse sen yine öyle olmaya çalış.'
- 83/119 Robinson, yeryüzünde mutluluğun peygamberi ve yardımcısıdır. Leopardi, Schopenhauer ve Hartmann'dan yüz kat daha filozoftur. İnsanlığın yaşamının iyileştirilmesi için verilen mücadelenin ve zaferin habercisidir.
Fırtına denizde gemiyi paramparça ediyor. Etrafta, bırakın bir ülkeyi, üzerinde yaşanabilecek bir toprak parçası bile yok! Dört taraf engin denizlerle kaplı. Bütün yolcular yok olmuş. Tek bir genç, bir tahta parçası üzerinde yalnız başına sağ kalmış. Dalgalarla sürüklenip insansız bir adaya varıyor. Aç ve çıplak olan bu gence ne oldu acaba? Yok mu oldu? Yoksa ümitsizlikle kendini mi öldürdü dersiniz?
Robinson, batan gemiden kurtarabildiği her şeyi bin bir zorlukla adaya sürükledi. Önce kendisine bir ev kurdu. Buğday ekti, yabani keçileri evcilleştirdi. Sonrada adaya gelen vahşilerden birini yakalayıp ehlileştirdi. Onunla arkadaş oldu, onu kendisine yardımcı yaptı. Kısacası ıssız adada mükemmel ve düzenli bir hayat kurdu. Hem de tek başına!..Genç bir çocuk!..Boş bir adada!..'
- 84/119 'Fin kardeşlerim! Ulusumuzu meydana getiren iki milyon Fin, bu Robinson adındaki gençten daha güçsüz, daha iradesiz, daha mı akılsızdır?'
Saygıdeğer öğretmenler, rahipler, hâkimler, mühendisler, memurlar, avukatlar, genç Suomi'nin evlatları, aydınlarının çiçekleri, siz de halkınız içinde birer Robinson olmak istemez misiniz? Robinson ıssız adanın orta yerinde insan eti yiyen vahşiyi ehlileştirmiş; kendisine arkadaş ve yardımcı yapmış. Siz ise büyük şehirlerde , yüksekokulların, yayınevlerinin, tiyatro ve müzelerin duvarlarının arkasında milyonlarca insanımız hakkında, 'Bunlar cahildir, kabadır, sarhoştur!' diye şikâyet ediyorsunuz.
- Jarvinen konuşmasına şöyle devam ediyordu:
- 85/119 İrade ve azimli çalışma sayesinde gençliğimizde kurduğumuz hayallerin hayatta gerçekleştiğini çok geçmeden gördük.