22 Mayıs 2017 Pazartesi

KİTAP : SİMRU

Kitap Adı : SİMRU
Yazarı : Kahraman TAZEOĞLU
21.05.2017*21.05.2017 23:45
Hangi kitabı satın alsam derken bu ruh hali ile politik, tarihi vs. alacak değildim. Birkaç kitabın arka sayfasına baktım hiçbiri beni yansıtmıyordu. Ta ki bu kitabı elime alana kadar. Ne miydi beni çarpan cümleler?
Bana gelince… İyiyim ben. Aşkta özgürlüğün tutsaklıkla başladığını ve aynı zamanda da hayatta aşktan daha önemli şeyler olduğunu öğrendim. Mesela insan olmak…
KÜLTÜR NOKTASINDAN SEÇMELER
7/254 Kaybettiğimiz halde bir gün döneceğine inandığımız insanlar vardır. Ansızın kalbimize misafir oluveren ve hiç ummadığımız bir anda içimizden çıkıp giden... İßte bu yüzden sevmek bize kaybetmeyi de öğretir. Biz yolcu etmiß olmasak bile onlar bizim gidenlerimizdir. Sen de öylesin benim için.
8/254 Varlığına saklanıp, yokluğuna sığınırcasına sevdim. İçimdeki kalabalığın, bir gün yokluğunun çokluğu olacağını bile bile sevdim. "Vereceği mutsuzluk yokluğundan iyidir" dedim. Kalbimi ezmene, üstüne basa basa içimden geçmene razı oldum. Ruhumda açtığın yaraları bile sevecek kadar çok sevdim seni.
9/254 Mutluydum ve bedelini bir gün mutlaka ödeyecektim.
11/254 Aslında nereye varmayı başaramamışsa orayı özlüyor insan.
Seni sevmenin en ince yanı ne biliyor musun? Hala sevebiliyor insan, kalbi hiç kırılmamış gibi... Sen bensiz yaşıyorsun da ben sensiz ölemiyorum bile inan ki...
90/254 "Kiminle olursan ol kimsesiz kalmaktır yalnızlık. Yaranın kapanması demek izinin kaybolacağı demek değildir. Bu yüzden nice sargı bezleri yetişse de yaranın imdadına, o bezler sökülüp atıldıktan sonra sen yaranın iziyle başbaşa kalırsın. O bezler yalnızlığında yanında olan insanlardır aslında. Yaralarının iyileşmesine yardımcı olurlar. Yaranı kapatırlar ama asla izleri yok edemezler. O izler senin kimsesizliğindir işte. Bu yüzden kiminle olursan ol kimsesiz kalmaktır yalnızlık. O izleri bezler değil, sen taşırsın çünkü. Bezler gider, izler kalır."
91/254"Yanında değil, içinde kimsenin olmamasıdır asıl yalnızlık."
123/254 Sen bana iyi akşamlar dedin ve ben senin arkandan dakikalarca o boşluğa baktım. Birazdan öğrenecektin acı gerçeği. Birazdan yıkılacaktı dünyan. Birazdan hayatın başka bir safhasına geçecektin. Bir önceki safhaya bir daha hiç dönmeyecektin. Yaşam birazdan senin için daha da zorlaşacaktı. Ve senin bunların hiçbirinden haberin yoktu o an. Ve ben senin için hiçbir şey yapamayacaktım. Ertesi gün baktığımda sıran bomboştu...
148/254 Kadınlar nasıl sevilmek isterse öyle sever.
150/254 Hiç kimseye benzemediği için sevdiğim adamı herkese benzemeye başladığı için terk etmek zorunda kaldım. 'Kalmalarım sana ne verdi ki gidişim senden bir şey alsın...' diyerek sarıldım ona. Sarıldım ve terk ettim onu. 'İçimde o kadar çok sen kaldı ki göme göme bitiremeyecekler beni' dedim ve bir daha sarıldım. Sonra gözlerine baktım ve son sözümü söyledim. 'Aldattığın için değil, kimseyi aldatmaman gerektiğini öğrenmen için seni terk ediyorum'
151/254 Kaybedecek bir aydınlığın yoksa karanlıktan da korkmazsın.
152/254 Böyle bir ihanete verebileceğim tek cevap onu unutmak olacaktı. Ben de öyle yaptım. Onu, unutarak yendim. Ve şunu öğrendim ki bazı insanlar aşkı yaşamak için değil, harcamak için arıyor. Belki doğru aşkı bulamıyorum ama onlarca yanlış biliyorum artık. Bu tecrübeler yolumu aydınlatıyor.
153/254 Kanatlarımı kırmışsa benden melek olmamı beklemeyecek!
154/254 En kötüsü de neydi biliyor musun? Onun gözlerine bakıp bakıp kendi acımı görmek... Kendi acımdan yola çıkıp yine kendime acımak. Ben kendi yolumu onun gözlerindeki ışıkla aydınlatıyordum çünkü... Belki de gözlerindeki ışık, kalbindeki karanlığı görmemi engelledi bilmiyorum. Kalbi kirli ve karanlık birinin kurduğu temiz cümlelere inanmaktı hatam. Keşke kalp kırılan değil, bükülen birşey olsaydı. O zaman daha kolay olurdu eski haline gelmesi.
Bir gün ona 'Eski sen değilsin ama yenisi de olamamışsın' dedim durup dururken.
Çok ağladım. Sadece bir kere sordu neden ağladığımı. Acı acı gülümsedim o zaman 'Bir kızın akıttığı gözyaşı karşısındakine söyleyemediği her şeydir' dedim ve sustum. Suskunluğum, söyleyeceklerim tükendi diye değil söylediklerim boşa gittiği içindi. Sustuğum için beni suçladığında kızmadım ona. O an konuşsam da anlamayacaktı ve ben o zaman Çağrı'dan çok kendime kızacaktım. Sevgi anlayışı kendinden öteye geçmeyen birini sevmiştim. Ve ne yazık ki bunu anladığımda iş işten geçmişti.
İnsanın sevdiğine bakınca kendini görmesi ama ona doğru yola çıktıkça onda kendini bulamaması ne acıdır bilir misin? Kendini ararken onda kayboluyorsun, onu bulduğunda kendini kaybediyorsun. Öyle garip bir son ki bu, başladığın yer bitişin oluyor. 'Ah aşk...' diyorsun sonra. 'Bazen olmazı olduruyorsun, bazen de açmışı solduruyorsun.'
Sonra bir süre kendine gelemiyorsun. Aldatılmanın ağrısı asılıyor boynuna. Ne yapacağını bilemiyorsun. İçinden atman gerekenleri içinde çürütüyorsun. Zaman zaman kendini suçluyorsun. 'Sorun aldatılmak değil aslında. Sorun, benim güven denen duyguyu yanlış kullanmam.' İşte böyle düşününce kendini suçluyor insan. Suçu o işlese de cezayı sen kendine kesiyorsun. Kafan o kadar karışıyor ki tüm ilişkiyi baştan sona sorguluyorsun. Acaba ben nerede hata yaptım diyorsun. Çok düşündünm inan bunu. Ve en sonunda asıl büyük hatayı benim yaptığıma karar verdim. Nasıl mı? Bak anlatayım... Ona ulaşabilmek için kendimi ulaşılmaz biriymiş gibi gösterdim. İnsan ulaşamadığının peşinde koşarmış ya hah! İşte tam da öyle olsun istedim. Öyle de oldu. O bana ulaşamadıkça gözünde büyüdüm. Devleştim adeta. İşte tam zamanıydı. Artık amacıma ulaşmama son bir adım kalmıştı. Ve sonunda o ulaşılmaz olan 'beni' ona kendi ellerimle sundum. Bir an şaşkına döndü. Çok mutlu oldu. Peşimde koşup dururken, birden beni altın tepside sunulmuş buldu. Sonra zamanla alıştı buna. Her şeye alıştı. Ona değer vermeme alıştı. İstemediği hiçbir duyguyu ona tattırmadım. İstemediği hiçbir davranışı ona karşı sergilemedim. Ve sonunda onu şaşırtmamaya başladım.
Peşinden koştuğu değil, elinin altında olandım artık. Ve anladı. Aşkın ne olduğunu değil ne
olmadığını anladı. Aşık olduğu şey ben değildim. Benim ulaşılmazlığımdı. Ulaşılmazlık üstüne oturttuğun bir aşkın sonu kavuşmayla biterse aşk da aynı hızla bitmeye başlıyor. Uzağındayken gözünde büyüttüğün, gözünün önündeyken küçülüyor.
173/254 Kendini bulmak yetmez, kendindeki güzelliği de bulacaksın ki, gerisini def etmek için bir pusulan olsun. İnsan ke ndisindeki güzelliği bulamadıkça ziyandadır.
175/254 Su neden yanmaz?
Su molekülü iki hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşur. İki hidrojen oksitlenerek birleşir. Oksitlenme dediğimiz de bir yanma tepkimesidir. İki hidrojen ve oksijen birleşerek su olur. Yani oksijen, iki hidrojeni yakar ve üçü birleşir. Hidrojenler yanarak birleşir ve kendilerini yakanla da bir olurlar.
Ceyhun "İşte aşk budur Simru" dedi."Aşk iki insanı yakarak birleştirir ve iki aşık, onları yakan aşkla bir olurlar. İki aşık birlikteyken hiçbir şey onları yakmaz. Çünkü ikisi de küldür. Kendinde saklı ve  yeri değişmez olanı aşık olmadan bilemezsin. Onu güzellik buldurur sana."
189/254 Üstünde binlerce gemi yüzdürse de, içinde milyonlarca canlı barındırsa da yine de hep yalnızdır ya deniz. Tutunamaz ya hiçbir kıyıya, gidip gidip gelse de dalgaları...
196/254 İnsan kendisi için düşündüğü tüm ayrıcalık ve iltimasları karşısındaki kişi için de düşünmeye başladığı an anlıyor aşık olduğunu.
Aklım ondan nefret ederken kalbim hala onu sevmeye devam etti bir süre...
232/254 O kadar acı çekiyorum ki bunu kelimelerle anlatamam. Yaşamak için kendime boşluklar bulmaya çalışıyorum. Hayat ciğerime batıyor. Böyle de nefes alınıyor, alınıyor da yaşamak zor geliyor işte...
234/254 Erich Fromm ' Her insan mutlu olamaz... Çünkü gereğinden fazla özler dünü, hak ettiğinden fazla düşünür yarını ve hiç hak etmediği kadar bilinçsizce yaşar bugünü. Her insan mutlu olamaz çünkü gereğinden fazla özler hayatından çıkanları. Hak ettiğinden daha büyük umutla bekler hayatına girecekleri ve asla göremez yanı başındakileri' der.
238/254 Yerime kimi koyduğunu bilmek istedim. Bilmek huzur getirmese de bazen...Madem sen Erich Fromm'dan örnek verdin ben de bir başka isimden örnek vereyim sana. Sabahattin Ali'nin de dediği gibi, 'Dümdüz yolda yürürken ayağımız bir şeye takılır hani. Dönüp, ayağınızı acıtan şey nedir diye bakarız önce... Bilmek, acıdan daha mühimdir bazen.' Ben bilmenin acısını yaşadım, sen bilmediğimi düşünüp gönül eğlendirirken...
Tamamlayamadığın hangi vicdansızlığın için döndün? Geçmişim olamamıştı , şimdi geleceğim olmak için mi geldin?
239/254 Mezarıma çiçekle gelmen, beni öldürmüş olduğun gerçeğini değiştirmiyor.
Onu mutlu etmek için beni üzdün ama gördüğüm kadarıyla onunla da mutlu olamamışsın. Elindeyken değersiz olan ama kaybettiğinde kıymete binen biri miyim ben senin için? Kıymet bilmek yetmez, kıymet vermek de gerekirdi. Sen bunun için çok geç kaldın. Çünkü hayat bir kere yaşanır. Yara geçer, susar, ama izleri hep konuşur Kadir.
246/254 İçimizi yakarak, kendimizi kurtarmaya çalışmaktır keşke. Gizli utançların ve gizli kederlerin kelimesidir. Keşkelerin çoğaldıkça sen azalıyorsun farkında mısın? Mutluluğundan çalıyor, eskimiyor ama eksiltiyor. Her köşe başından sana göz kırpıyor. Kaybedenlerin satır başıdır keşke.
Beni düşünerek kurduğun her cümle içini sızlatan bir keşkeyle bitecek buna alış. Ve bunu anlamaktan yorul! Ama o kadar da üzülme. Tecrübe denilen şey o keşkelerin toplamı değil midir zaten?

8 Mayıs 2017 Pazartesi

KİTAP : KRİSTAL DENİZALTI

Kitap Adı : KRİSTAL DENİZALTI
Yazarı : Ahmet ALTAN
03.05.2017*08.05.2017
Bu kalemi gerçekten takdir ettiğimi, kendimden bir parça bulduğumu kitabın arka sayfasını okurken hissettim. Eminim ki sizlerde kendinizden bir parça bulacaksınız bu derin cümlelerde...
Bazen en büyük öfkeyi en çok sevdiklerimize duyarız.
Bazen en yakınlarımız en çok acıtır canımızı.
Bazen en tutkulu aßkla bağlı olduğumuzdan en vahßi intikamı almak isteriz.
Bazen kendi duygularımızdan bile kußkuya düßeriz.
Bazen sevdiğimiz kußkulandırır bizi.
Sevgiyi, aßkı, mutluluğu saf ve lekesiz bir biçimde ele geçirmeyi baßaramayız.
Hayat, bütün izlerin birbirine karıßtığı ürkütücü bir ormana benzer bazen.
Böyle zamanlarda bir ses, bir ißaret, bir yardım ararız yaßadıklarımızı ve bize yaßatılanları anlayabilmek için.
Bizim yaßadıklarımızı baßka yaßayanlar var mı merak ederiz.
Bu kitap, insan duygularının karmaßıklaßıp belirsizleßtiği ilißkileri, o ilißkilerin içinde her an biçim değißtiren duyguları, içimizi yaralayan kıskançlığı, kendi mutluluğumuza kendi seçimlerimizle engel olduğumuz anları, kararsız kalmanın korkunç bir karar olarak hayatımıza yansımasını, ßehvetin ruhumuzu zaptettiği o karanlık çağıltıyı, kimi zaman ele geçirdiğimiz mutluluğun ıßıltısını, o mutluluğu kaybetmemize yol açan hatalarımızın geçmißimize uzanan kökleri anlatıyor bize.
İlk sayfasını okumaya basladığımda ise daha ilk sayfadan kendime alınabilecek notlarımın olması cabası...
KÜLTÜR NOKTASINDAN SEÇMELER
7/159 'Biz birbirimizin hiçbir seyi olmayacaktık, ama her seyi olduk' diye yazmıstı Alman siirinin Zeus'u. (Goethe)
9/159 'Ben senin her seyin olacağım' açgözlülüğü, sevdiğin insanı kendi varlığınla sarıp dünyadan kopartarak, yalnızca kendine ait, baskalarının giremeyeceğinden emin olduğun bir kapalı bahçe haline getirme arzusunun boğuculuğu, kimse kimsenin 'her seyi olamayacağından' sonunda insanı sıkıntıyla bunaltarak, karsındakinin 'hiçbirseyi olmama' isteğine sürüklüyor herhalde.
Tersine bir yolculuk varmıs gibi gözüküyor.
Hiçbir seyi olmamaktan baslarsan, o genis özgürlük meralarından 'her seyi olmaya' ulasabiliyorsun.
Her seyi olmaktan  baslarsan, kısa zamanda gideceğin yer 'hiçbir seyi olmamak' oluyor.
Hiçbir seyden baslayan macera artarak, çoğalarak, genisleyerek büyüyor.
Her seyden baslayan ise sürekli eksilmeye, azalmaya, sonunda yok olmaya mahkum gözüküyor.
'Birbirlerinin herseyi olmak', gelip bir sınıra dayanmanın, her türlü hareketten, kıpırtıdan yoksun iki kisilik bir hapishanenin temelllerini atmanın parolasına dönüsüyor.
Sanırım, yeryüzünde birbirini seven hiç kimse 'birbirinin hiçbir seyi' ya da 'birbirinin her seyi' olmayı becerememistir, ikisi de imkansızdır çünkü.
Birbirinizi seviyorsanız 'birbirinizin hiçbir seyi' olarak kalamazsınız * sevgi hareket eder, yürümek, ilerlemek, 'her seyi olmaya' doğru gitmek ister* sonunda 'her seyi olursanız', ondan sonrası bir ayrılık mektubudur ya da daha fenası, bir sıkıntı ve kaçıs.
17/159 İyi haberlere inanmakta güçlük çekersin, kötü haberlere ise inanmaya ise hemen hazırsındır.
Kıskançlık baßladıktan sonra kußku kesin dißleriyle öyle kemirir ki içinde herhangibir ßeye inanabilecek sağlam tek bir yapı bile kalmaz* uçurumlarla dolar zihnin* inanmak istediğin, inanmaktan sevinç duyacağın her haber, her bakıß, her söz, her gülümseme, aynı kuyrukluyıldızlar gibi, bir anlık bir ıßıkla parladıktan sonra o uçurumlara doğru kayıp kaybolur.
Ne gariptir, seni sevindiren o gülümseyißi görüp o sözü duyduktan sonra, o bir anlık sevinci yaßayıp da ardından kaybedince kußkuların eksileceğine daha da artar, o gülümseyißin senß aldatmak için olduğunu düßünürsün, bu sefer kußkularına düßmanlık da karıßır.
Ve bir insanın birini hem sevip hem de ona düßmanlık duyması kadar taßıması zor bir duygu ikiliği, inanın az bulunur.
20/159 Ancak kıskançlıktan ve acıdan kurtulurken sevgiden de kurtulduğunu, sevdiğine duyduğun sevginin azalmaya baßladığını hissedersi ki, bu da baßka bir acı yaratır, çünkü insan birini severse onu sevmekten vazgeçme ihtimalini düßünmeye bile tahammül edemez.
28/159 İnsan sevdiğini görmediğinde...
Hayatın içinde, insanların sevmek için görmeye ihtiyaç duyduğuna ßahit oluyoruz* kaybedißler unutußları da getiriyor* bir bedenin aracılığı olmadan bir ruha bağlılığımızı çok sürdüremiyoruz, 'Tanrımız' olmuyor sevdiğimiz* imanımızı çabuk kaybetmeye, bütün inançsızlar gibi sevgimizin sürmesi için bir kanıt görmek istemeye çok yatkınız.
55/159 Hayat, kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi kat kattır* Babil'in asma bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir.
Bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.
Ve bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdak kadının terası, manzarası, hayatıdır* hayatın hangi katında durduğunuzu, yanınızdaki kadının durduğu kat belirler.
Hayatınız, seçtiğiniz kadındır.
Bir kadın değil bir hayat seçersiniz çünkü.
79/159 Acaba kaçımız gelecek korkusu yüzünden geleceğimizi kaybettik?
108/159 Her ölümle değißirsin.
Her yok olußla biraz da sen yok olursun.
İnsan ßaßırır ölümü görünce.
Hep beklenmedik bir ßeydir ölüm.
Geleceği hep bilinen, geleceğine hiç inanılmayan bir ßey.
109/159 Ölümün, zamandan alınacak ödünç anların bitmesi olduğunu kavrarsın.
Geri çağırmak için duyulan o müthiß istektir duyduğun acı, o isteğe verilmeyen cevaptır.
110/159 Uzun bir yolculuğa çıkanı çağıranlara cevap veren bir satırdır o:
'Gideceği çok uzun bir yol var, geri çağırmak nafile.'
114/159 Ne zaman kalabalık bir yerde erkeklerin baßları aynı anda kapya dönse, içeri bir borderline tipi kadın girdiğini anlarım
'Borderline' dediği, değißken ve huzursuz bir kißiliği tanımlayan ruhsal rahatsızlığın adıydı.
Meyvelerin bozulmasından lezzetli ve yakıcı içkiler elde edilmesi gibi insanların bozulmasından da baß döndürücü bir çekicilik mi doğuyordu?
Niye Hamlet delirecek olanı, Romeo ölecek olanı, Otello kußkulanılacak olanı, Anna Karenina bencil olanı seçiyordu?
123/159 Kahramanlarının ölümüne ağlayan, yeryüzü tarihinin en muhteßem insanı, bir yapım hatası sayılabilecek kadar büyük bir yaratma gücüne ve Tanrı'nın acıklı bir ßakası sayılabilecek kadar çelißkiye sahipti.(Balzac)
129/159 Gülibrißim ağacı