19 Ekim 2016 Çarşamba

KİTAP : EN UZUN GECE


Kitap Adı : EN UZUN GECE
Yazarı : Ahmet ALTAN

KÜLTÜR NOKTASINDAN SEÇMELER

  • 5/320: Öyle beklemediği bir yere gelmişti ki kaybolmakla geçmişe sarılmak arasında bir seçime zorlanacağından korkmaya başlamıştı.
  • 47/320: İnsanların unutamayacağı,  hatta unutmaması gereken bazı günler vardır ama yaşarken böyle günleri, hayatının değişmekte olduğunu fark etmez insan, kendisine nişan almış bir avcının varlığını sezemeyen bir ceylan gibi sakin sıçrayışlarla yürüyüşüne devam eder.
  • 47/320: O gün de, bilincinin ulaşamayacağı, yakalayamayacağı kadar derinlerde saklı bir huzursuzluk hissediyordu ama bu duygu onun için varlığının ayrılmaz bir parçası, iç organlarından birinin doğuştan gelen önemsiz bir hastalığı gibiydi, o huzursuzluğun gerçek bir nedeni, geçerli bir dayanağı mı var, yoksa genlerindeki anlaşılmaz bir pürüzden kaynaklanan yerleşik huzursuzluğu mu olduğunu her zaman açıklıkla kavrayamazdı. daha sonra onu üzecek birçok olayın başlangıç anını sezememesi de bu huzursuzluğa gereğinden fazla alışmış olmasıydı.
  • 48/320: Onun her yıl derslerine, "tarih bir yalandır, beyler," diye başlaması ünlüydü. "Tarihi iktidar sahipleri yazar ve bir katil gibi gerçeğin bütün ipuçlarını saklamaya uğraşırlar. Tarihçiler ise cinayeti aydınlatıp, gerçeği ortaya çıkarmakla yükümlüdürler."
  • 229/320: Onu sürekli kabaran, kıskançlığa, öfkeye, kedere dönüşen duygularının ruhunu bir sel baskını gibi basmasından kurtaran tek şey hareketti, duygularından daha hızlı hareket edip, onlar kendine ulaşmadan yer değiştirmek ister gibi hareketliliğin peşine takılıp, kendinden kurtulmaya uğraşıyordu.
  • 231/320: Eğer o anda sihirli bir güç onu o köyden alıp büyük bir şehire taşısa, kalabalıkların, arkadaşlarının, ona sevgiyle bakan yakınlarının, onu arzulayan erkeklerin arasında koysa bütün bu duygularını gülünç bulur, Taner gibi bir adam dört saatliğine ortadan kayboldu diye hayata olan bütün inancını kaybedebileceğine inanmazdı ama bütün insanlar gibi onun da duyguları, çeşitli prizmalardan geçen ışıklar gibi çevre koşullarının içinden geçiyor, o koşullara göre biçim değiştiriyor ve o değişmiş biçimiyle algılanıyordu. Yelda'nın içinde yaşadığı yer küçüldükçe, duyguları, acıları, öfkeleri büyüyor, minik bir mum alevinin önüne oynayan parmaklar gibi duvara korkunç canavar gölgeleri halinde yansıyordu.
  • 250/320: Yelda'nın bir başka erkekle birlikte olmayacağına o kadar güvenle inanmıştı ki zihninde seyredip durduğu bu sahneye inanamıyordu, bunu kıskanç bir aşığın kuşku dolu zihninin yarattığı kabus değil gerçek olduğunu biliyor ama yıllarca içine yerleşmiş bu inancı, tanrısının varolmadığını öğrenen bir dindarın bu gerçeği kabul etmekte zorlanması gibi, kolayca içinden atamıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder